1926'dan
sonra Niels Bohr kuantum kuramının entelektüel vicdanı oldu -kuramı Einstein'ın şüpheciliğine karşı savunan oydu. Bohr Einstein'dan yalnızca
altı yaş gençti ama fizik alanında tamamen başka bir kuşağa dahildi. Yaratılmış en derin bilimsel kuramın kuantum kuramı olduğunu düşünüyordu ve birçok fizikçi bu konuda onunla hemfikirdi. Bohr'un yol göstermesi ve
acımasız eleştirileri sayesinde Heisenberg ünlü belirsizlik ilkelerini geliştirdi; bu ilkelerin en anlaşılır olanı bir atomaltı
parçacığın, örneğin elektronun konumunu ve momentumunu ilişkilendiren ilkeydi.
Özünde bu ilke eğer bir parçacığın yerini tam olarak
ölçecek bir deney tasarlarsanız, o deneyin parçacığın momentumunu hiç bir
şekilde ölçemeyeceğini söylüyor. Bir parçacığın momentumu ölçülemezse, kuantum kuramına göre o parçacığın varolduğunu farz etmeye bile
hakkımız yoktur. Öte yandan, eğer bir parçacığın momentumunu tam olarak ölçecek bir deney geliştirirsek, o deney de bize parçacığın konumu hakkında hiçbir şey söyleyemez. Kuantum kuramına göre o parçacığın bir konumu yoktur.
Dolayısıyla belirsizlik ilkesi bize -iki nicelikten biri hakkında sınırlı bir kesinlikte bilgi veren çoğu deneyin tersine- her iki nicelik hakkında da aynı deneyde ne öğrenip ne öğrenemeyeceğimizi söylüyor. Heisenberg bu
fikirleri 1927'de açıkladı ve Bohr bunları "tümleyicilik ilkesi
"ni yaratmak için kullandı. Bohr belirsizlik ilkelerinin bir cismin,
örneğin elektronun veya fotonun hem parçacık hem de
dalga özelliklerini aynı anda gösteren bir deney
tasarlanmasını imkânsız hale
getirdiğine dikkat çekti. Bu nedenle, elektron bazı deneylerde
parçacık, bazı deneylerde ise dalga gibi davranırken,
Bohr'un ilkesi elektronun davranışının bu iki farklı yüzünün asla birbirleriyle
çatışmayacağını söylüyordu. Elektrona ikili yapısından ötürü "wavicle"(İngilizcede dalga anlamına gelen
"wave" ve parçacık anlamına gelen "particle" sözcüklerinin birleştirilmesinden) adının verilmesi bile önerildi.
Heisenberg'in belirsizlik ilkeleri
Einstein'a dişini geçirebileceği somut bir şey verdi, ilkelerin yanlış olduğunu göstermeye çalışmaya karar
verdi. Bu amaçla isviçre patent bürosundaki günlerindeki
gibi, hem konumu hem momentumu ya da (Heisenberg'in başka bir ilkesinin konusu olan) hem enerjiyi hem zamanı ölçebiliyormuş gibi görünen
ustaca yapılmış hayali aletler icat etti. Bu aletlerin taslaklarını yaptı ve
Solvay Konferanslarında bunları
meslektaşlarına meydan okumak için ortaya attı. Belçika'da yapılan bu toplantılara zamanın büyük fizikçileri katılırdı.
Altı
gün süren beşinci Solvay Konferansı Ekim 1927'de yapıldı. Kuantum fiziğini
kuranların üçü -Planck, Einstein ve ilk kez olarak Bohr- oradaydı; Broglie,
Heisenberg ve Schrödinger gibi daha genç araştırmacılar da oradaydı.
Toplantıları Lorentz yönetti. Einstein eleştirmen rolünü üstlendi. Resmi
olmayan toplantılarda kuantum kuramının işe yaramadığını gösterdiğini iddia ettiği birçok hayali alet sundu. Bu aletleri dikkatlice inceleyen Bohr ise kuramın
aslında işe yaradığını gösterdi.
Ama en inanılmaz karşılaşma 1930'daki Solvay Konferansı nda oldu. Bu sefer Einstein
Heisenberg'in enerji ve zamanla ilgili belirsizlik
ilkesini çürüteceğe benzer bir alet geliştirmişti. Bu
alet kenarlarından birinde bir perdeyle açılıp kapatılabilen bir
delik bulunan bir kutudur. Açılma
kapanma süresi bir saatle ölçülür. Kutunun içinde radyasyon var. Kutu bir
tartının üzerine konup tartılıyor. Saat zamanı kaydediyor ve perde açılıyor.
Bir foton dışarı kaçıyor. Perde hemen kapatılıyor ve
kutu tekrar tartılıyor. İki ağırlığı karşılaştırarak fotonun kutudan ne kadar enerji çıkardığını öğreniyoruz, ayrıca zamanı da biliyor
gibiyiz. Yani enerji ve zaman arasındaki belirsizlik ilkesine uymayan
bir alet yaptık.
Einstein'ın geliştirdiği aleti ilk
gördüğünde Bohr hem şaşırmış hem de son derece gerilmişti. Heisenberg'in kuramını kurtarmak için uykusuz bir gece geçirmiş olmalı. Ama ertesi sabah çözüme ulaşmıştı. Kutunun ağırlığının ölçümünde bir belirsizlik vardır,
çünkü eğer kutuyu bir ibrenin tartıdaki bir sayıyı göstermesiyle tarttığımızı
farz edersek, Heisenberg'e göre ibrenin konumunda bir belirsizlik vardır,
ibrenin konumunu tam olarak belirlemek için tartıya bir miktar
momentum vermemiz gerekir. Ama bildiğimiz gibi ibre Dünya'nın kütleçekimi alanında
hareket ediyor ve saatle ölçülen zaman -Einstein'ın
eşdeğerlik ilkesinde belirttiği gibi- saatin kütleçekimi
alanının neresinde olduğuna bağlı olduğu için perdenin
ne zaman açıldığına dair bir belirsizlik olacak. Ayrıntılı bir şekilde
incelenirse bu durumun Heisenberg'in belirsizlik ilkesiyle
tamamen uyuştuğu görülecektir. Einstein'ın kuantum
kuramına karşı duyguları o kadar güçlüydü ki, onu çürütmeye çalışırken kendi en
büyük buluşunu göz ardı etmişti.
....................................Einstein Princeton a geldiğinde
artık kuantum kuramının tutarsız olduğunu iddia etmiyordu. Belki de Bohr'la görüşmeleri onu ikna etmişti. Ama kuramın
eksik olduğunu, yani gerçeğin büyük bir kısmını açıklayamadığını iddia ediyordu. Bir kuantum kuramcısı, buna "gerçeğin" kuram
tarafından açıklanamayan parçalarının gerçekten var olmadığı yanıtını verirdi. Bu sorun yalnızca kuantum
kuramından daha iyi bir kuram ortaya çıkarsa çözülebilirdi.
Einstein'ın yapmaya çalıştığı buydu.
Onun yapmak istediği başından beri
olasılıklarla uğraşmayan, klasik
fizik gibi, bir kuram yaratmaktı. Oluşturacağı daha büyük kuramın,
kuantum kuramının sonuçlarını aksiyomlar yani verili
kabuller olarak değil, çıkarımlar olarak vermesini
istiyordu. Elektron ve foton gibi parçacıkların, bu daha büyük kuramın
denklemlerinin sonuçları olarak çıkmasını
bekliyordu. Ayrıca Einstein birleşik alan kuramı adını
verdiği bu kuramın, elektromanyetizmayı ve kütleçekimini
tek bir birleşik alanda toplaması gerektiğini düşünüyordu. Bu kuramı arama
çabası fazlasıyla iddialı bir çabaydı; günümüzde birçok fizikçi
-birçoğunun o zaman da söylediği gibi- Einstein'ın
baştan yanlış yolda olduğunu söylerdi. Einstein asla
bir yere varamadı, ama bu durum canını sıkmıyor gibiydi.
Neredeyse gerçekten son nefesine kadar büyük bir dinginlikle bu konuda çalışmaya devam etti. Hayalini
takip etme isteğinin yoğunluğu 1944 yılında Max Born'a yazdığı bir mektupta
belli oluyor:
Bilimsel beklentilerimiz tamamen zıt hale geldi.
Sen zar atan bir Tanrıya inanıyorsun, bense alabildiğine kuramsal bir şekilde kavrayabileceğimi düşündüğüm, nesnel bir şekilde
mutlak yasa ve düzen içinde varolan bir dünyaya
inanıyorum. Buna kesinlikle inanıyorum, ama birisinin benim bulmayı başarabildiğinden daha gerçekçi ya da daha somut bir yol keşfetmesini umuyorum. Daha genç meslektaşlarımızın
bunu yaşlılığın sonucu olarak gördüğünün farkındayım,
ama kuantum kuramının baştaki büyük başarısı bile beni bu temeldeki zar oyununa
inandırmıyor. Şüphesiz kimin sezgisel tavrının doğru olduğunu göreceğimiz gün
gelecektir.
Albert Einstein - Fiziğin Sınırları
Jeremy
Bernstein Çeviri: Y. U. Yazgan Aralık 2006
TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları s.149-151 162-64
Yorumlar
Yorum Gönder